Çengelköy Tarihi Çınaraltı Aile Çay Bahçesi ve Beylerbeyi Sarayı

23 Mayıs 2011
Zat_ı Muhterem her yıl bahar aylarında kısmen bunalıma girer.. "Ben İstanbul'dan gitmek istiyorum,bu trafikten nefret ediyorum,ağaç görmek istiyorum balık tutmak istiyorum,denize girmek istiyorum,işe gitmek istemiyorum " bla bla bla.. Biz buna bahar depresyonu diyoruz.. Bahar geçer,yaz gelir tatile gideriz,döndüğümüzde eski ayarlarına dönmüş olur. Bahar geç geldi,tatile bir aydan fazla var.Pazar sabahı erkenden yola çıktık,Çengelköy'e gitmekte karar kıldık.Daha önce güzergahtan geçmiş olmakla birlikte hiç uğramamıştık hataymış..
Çengelköy'de Çınaraltı diye tabir edilen o minik alanda kahvaltı yapıyorsunuz.Hayallerinizdeki açık büfeyi bulamayabilirsiniz.Sadece serpme kahvaltı var ki fiyatı da 10 lira gibi cuzi bir tutar.Yanında omlet,menemen alabiliyorsunuz.Çay büyük su bardağında geliyor 3 lira..Ama Çınaraltı Çay Bahçesi'nin özelliği bu değil.Yiyeceklerinizi dışardan evinizden getirip sadece içeceklerinizi alarak burda kahvaltı yapabilirsiniz.Öyle mükellef sofralar gördüm ki,biz neden böyle birşey yapmadık diye hayıflandım.Klasik yöntem Çengelköy Börekçisi'nden börek alıp,Çınaraltı'na gitmek..Biz de öyle yaptık.

Çengelköy'de iki şubesi olan börekçinin tam da çay bahçesinin yanında olan şubesinden almayın böreğinizi.İnanılmaz bir kuyruk var,elbette sinirleri bozuluyor insanın.Diğer şubeden alın orada sıra var diğeri kadar değil belki 20 kişi :) şaka yapmıyorum kuyruk bekliyorsunuz her şekilde ama bahsettiğim diğer şubenin elemanları o kadar içten ki sinirlenmenize bile imkan tanımıyorlar. Börekler çeşit çeşit.. Büyük bir önyargı içindeydim.Dakikada börek tükendiği bir yerde ne kadar kaliteli olabilir ki diye düşünürken beni şaşırttı.Bir harikaydı..Biz peynirli,kıymalı ve şekerli börekten aldık.Çok da memnun kaldık.Bu üç porsiyon börek için 8 lira ödedik. Bu lezzete bu mütevazi fiyatlar,hala paradan fazlasına değer veren esnaflar kalmış.Hem de böyle popüler bir yerde..

Tarihi Çınaraltı Çay Bahçesi çok ufak bir alana kurulmuş ama çok içten.O kadar kalabalık ama kimse kimse çarpmıyor,Kimse şikayet etmiyor kimse söylenmiyor.Herkes bulduğu sandalyeyi kapsada yer bulamasa da ilginç bir şekilde herkes mutlu.. Kalabalık beni de daraltır ama ilk defa bunalmadım.




Tarihi çınar.. Çınar gölgesi cidden klima etkisi yapıyor. Yüzyıllara dayanan bir çınarmış,kolları yatay uzadığı için desteklenmiş.

Denize nazır kahvaltı yapacağım derseniz,haftasonu yer bulmanın mümkün olmadığı belirtmekle birlikte pek de tavsiye etmem.Çünkü deniz kokuyor.Deniz gibi kokmuyor pis kokuyor.Yosun pislik vs tadınızı kaçırabilir.Tavsiyem kahvaltınız denize pek yakın bir noktadan yapmamanız.


Bu arkadaş çok tatlıydı yahu..14-15 yaşlarında bizim yanına yaklaştığımız anda oltayı çekiyordu.Hep balık dolu,ben gayri ihtiyari" ayy bunlar çok küçük" dedim..Sen bir bozul,"öyle olur mu abla neresi ufak ,hem nasıl lezzetli bir bilsen.. " Baktım ilgi istiyor ilgiye devam,yemsiz avlanıyormuş.Sabah 07:00'de gelmiş kovayı doldurmuş,kovayı alıp kaçıyorum dedim canın sağolsun dedi En çok balık 15:00'den sonra olurmuş.Mezgit,sardalya geliyormuş,harika bir gülüşü vardı." rastgele" dedik ayrıldık.. Kendini dinlemeyi öğrenmiş bir çocuk,hayran kaldım sana..
Çengelköy'e gelin,ruhunuzu dinlendirin,denizi hissedin,sakin sessiz düzgün insanları hissedin,kendi halinde minik bu semti keşfedin,böreklerini ve onları satan kalbi ve yüzü tertemiz insanları tanıyın..Hiç değişmesin Çengelköy hiç kirlenmesin diye dua edin gidin..
Beylerbeyi Sarayı


Çengelköy'den yürüme mesafesinde Beylerbeyi Sarayı tam köprünün ayağında..Mutlaka görmüşsünüzdür.Yürüme mesafesi diyorum çünkü araçla gitsenizde aynı sürede gidecesiniz.Size tavsiyem aracınızla gelecekseniz Üsküdar'a park etmeniz.Çünkü otopark da büyük bir sıkıntı.Range Rover'a çarpan belediye otobüsünü gördükten sonra minibüsün en iyi ulaşım aracı olduğunu düşünüyorum.

Saraya giriş 10 lira ama cuma,cumartesi ve pazar indirimli 4 lira.. Biz ikimizi 27 yaşında iki minik öğrenci olduğumuz için 1 lira verdik.Öğrenci ve öğretmen 1 lira.
Beylerbeyi Sarayı Milli Saraylara bağlı.Açıkcası müze olan tarihi yapılardan daha temiz ve daha profesyonel olduklarını düşünüyorum.Acaba müzelerde Milli Saraylara mı geçse ? Görevliler nazik,bahçesi temiz,cafeteryası düzgün,tuvaletleri inanılmaz temiz beklentilerimiz sınırlı zaten bunlar bile mutlu etti.

Saray yazlık amaçla yapılmış,bu yüzden dizaynı hep bu yönde.Sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak ama şunu söyleyebilirim ki altın varak ve denizlik teması sarayı iki kelime ile anlatabilir.Yerdeki halılar dahil bizzat saraya aitmiş.1865 yılında tamamlanmış sarayı yaptıran Sultan Abdülaziz.. Ferah bir saray ama yine de bence Osmanlı abartısı diye yerdiğimiz öğeler yok.Padişahın yattığı yatakta şimdi beni yatırsanız yatmam.Sanat tarihi bilgim çok kısıtlı ama ben dekorasyonu pek sevmedim.Elbette avizeler hariç,mükemmellerdi.. Fotoğraf çekmedim yasaktan ama sanal tur için buyrun Beylerbeyi Sarayı


Cafeteryası çok geniş sadece kahvaltı için gelenler bile varmış.Bildiğiniz klasik kahvaltı ama işte saray bahçesindesiniz ya bir de manzara elbette köprü yanıbaşınızda.İstanbullların köprüye taptıklarını falan düşünüyorum zaman zaman :) Bende seviyorum ama ne bileyim..

Bu arada unutmadan ekleyelim.Sarayı size gezdiren bir görevli var.Saatleri neye göre ayarlıyorlar bilmiyorum ama bir türkçe bir ingilizce tur yapılıyor.Görevli düzgün anlatıyor ama kitap kıvamında.Yani ne hikayeler vardır orada eminim keşke onları anlatsa,odaların kapısına adlarını yazsalarda anlarız aslında.Galiba ziyaretçiler zarar vermesin diye biz anlatalım diye bir uygulama yapmışlar.Dokunmak da yasak ama duramıyor insan :) o altın karıştırılmış desen verilmiş kolonlara ,porselen yemek takımına ellemeden duramazdım ben .. duramadım zaten ..



Şarkını Söylediğin Zaman - İnci Aral

12 Mayıs 2011
Üniversitede okumanın en güzel tarafı okulun kütüphanesidir.Şanslıyım ki güzel sayılabilecek bir kütüphane vardı.Kitabı alırdın 10 sonra getirmezsen günde 10 kuruş olmak üzere cezası başlardı :) Ne tatlı değil mi ? Bütün yıl getirmesen ne kadar ödersin ki karşılığında ..Ama hayatta okuldaki gibi minik faizler yokmuş.Çok daha acımasız bir sistem oturmuş.

İnci Aral'ın bütün kitaplarını okulda okudum.10 günlük süre ne,ben gece sabahlıyordum çoğu kez ve geri götürüyordum.İnci Aral güzel yazar.. Dil olarak Elif Şafak ve Ayşe Kulin arasındadır bence.. Kolay okunur sizi yormaz ama boş da değildir.Dil açısından genel olarak topluma hitap edebilir. Sadakat ve Sen Şarkını Söylediğin Zaman bu ikisini kaçırmışım.Sadakat'i hala okumadım.Okumayacağım galiba.. Kitabı güvendiğim için aldım İnci Aral boşluğum vardı doldurur diye aldım. Hataymış..

Kitap sağ-sol çatışmasında yaşananları ve eş zamanlı hayatları anlatıyor.Ve elbette günümüzle bağdaştırıyor.Ama.. İfadeler vurgular anlamsız imalar öyle sıkıcı ki.. Bir kere sağ-sol çatışmasından ekmek yemek kolaya kaçmaktır.Yıllarını edebiyata vermiş biri bu konuyu işleyecekse bu seviyede mi işlemelidir? Bir dönemin kanlı olaylarının hepsini tek bir tarafa yüklemek ne kadar doğru? Solcu gençler hapishanelerde işkenceler gördü de sağcı olanlar çiçeklerle portakal bahçelerinde mi oturuyorlardı.Bir kan döküldüyse bu kanın ayrımına mı gideceğiz 2010 yılındayız 80'lere mi döneceğiz.. Bıkmadınız mı artık,doymadınız mı ? Ben solcuyum kardeşim dersin eyvallah amenna.. ama sunarken böyle mi sunulmalı? O zaman niye saygı duyuyoruz size ucuz komünist dergilerinde köşe yazın o zaman ..
Kitapta öyle noktalar var ki acıyorsunuz aslında.. Kullanılmışlıklara,hem para içinde yüzüp sonra çemkirdikleri ailelerine,yiten giden hayatlara,telafisi olmayan akademik kariyerlere.. Hapishanede yiten giden her görüşten binlerce gence..
Cihan ile Deniz yakın arkadaştır.Özünde ikisi de sol görüşe sahip olan bu gençleri birbirinden ayıran tek unsur Deniz'in hayatındaki nefreti "Devrim" adı altında hayattan çıkartmak istemesidir.Cihan ise kariyerinde başarı göstererek düşüncesini savunur.Sevişecek kadar yakınlaşsalarda birlikte olacak kadar güçlü değillerdir.Yolları ayrılır Deniz evlenir,hapse düşer ve bir evladı olur Ayşe Devrim.. Deniz hapishanede çektiği işkencelerden dolayı erken ölür.Ayşe'yi anneannesi yetişrir.Ve Ayşe üniversitede akademik kariyer yaparken hocası aracılığıyla Cihan'la tanışır.Ve aşık olur.. Sonra ikisi de ortak yönlerinin farkına varırlar,Deniz.. Cihan'ın ilk aşkı Ayşe'nin ihmalkar annesi.. Ne mi olur aşk engel tanımaz.. Çoğu kez erkek fantazilerinin son noktası olan durum gerçek olur..Annesiyle yarım bir aşk yaşayan Cihan bir kez de Ayşe'yle denemeye karar verir..

Kitapları anlatmam bilirsiniz,bu kadar detaylı konuyu sunmam tadı kaçmasın diye ..Ama kaçsın gerek yok,okumayın birşey kaybetmezsiniz..İnci Aral ucuza kaçmış yara bantlarının yetmediği yarayı kanatıp tiraj derdine düşmüş,evet çok satanlarda.. Alkış..!!!!

Bugün Ne Pişirsem ?

7 Mayıs 2011
Yemek yapma hadisesi evliliğin temel taşlarından biriymiş.Ben tek çocuk,annesi mutfakta harikalar yaratan bir annenin kızı olduğum için yemek yapma benim için zevkten öteye gitmiyordu.Evlenince el mahkum öğreniyorsun.Tencereler yanıyor,milletin totosuyla yaptığı yemeği sen üç saatte yapıyorsun,çorbayı terbiye edicem diye on böreklik un harcıyorsun,bir önceki tavuk yemeğinde "bu tavuklar pişmemiş mi" diyen koca yüzünden tavukları kömür haline getirip inadına yediriyorsun,hazır çorbanın içine pirinç ekleyip kendin yapmışsın havalarına giriyorsun.Baktın yemek güzel olmadı tencereyi kucağına alıp içine içine ağlıyorsun,manyaksan yapıyorsun..

Şöyle böyle üç ayım bu şeklde geçti.Sonra mı ? Sonrası akışına bıraktım.En zor bildiklerimden başladım.Zorsa zor ne yapsam yiyecek el mecbur dedim.Bu arada zat_ı muhterem ne yapsam yedi,evet kendini benim "beğendin mi " triplerim yüzünden zaman zaman vedat milor sansada hep olumlu yaklaştı.Kendime bir liste yaptım.Her hafta bir gün kırmızı et-köfte,bir gün tavuk,bir gün sebze,bir gün makarna-mantı,bir gün dışarda,diğer iki gün arta kalan yemekler :) Bu çok işime yaradı. İşime yaradı da herhalde benim hesaplarda bir hata var ki ikimize de 10-15 kilo olarak döndü ve hala da gitmiyor.

Yemek yapma hadisesi benim için sevgi pötürceği anlamlarına gelmedi hiç,seviyorum evet ama bazen Allah'ım neden bir aşçımız yok ki ? Neden Ziyagil yalısında bana "bugün ne yapalım Üfürük Hanım "diyecek aşçıya "şekerim bugün ne yapsam diye düşünmek istiyor olsam seni neden çalıştırayım burada diye söylenemiyorum ki?" Diye düşünmüyor da değilim..

Mantıdan pideye,alinazikten fajitaya,en nefret ettiğim kabak gratenden börülce salatasına,su böreğinden iç pilava kadar geniş bir yelpazede geçirdim son ondört ayımı.. Farkettim ki aynı yemekleri yapmak pratikliğinizi arttırsa da sizi köreltiyor. Önce ne yapacağımı seçiyorum.Sonra netten ortalama 20 adet tarif okuyup püf noktalarını yazıyorum.Ve asla bazı değişik tavsiyelere itiraz etmiyorum.Ne kadar abuk ve lezzet düşmanı gibi görünsede her tavsiye lezzet katıyor.Yoksa bonfileyi portakal kabuğu ile soslamak pek mantıklı görünmüyor ama lezzetli oluyor :)

Ve mezeler.. Sanıyorum reenkarnasyon denilen birşey var ise ki katiyyen inanmıyorum.Ben bir ege kasabasında bir lokantada meze yaparak hayatının kazanan bir kadındım.. Meze yapmak zevk işte ana yameği yaptıktan sonra her şekilde yeniyor da o yemek ,bu arkadaşlar olmazsa tat vermiyor artık..Bu yüzden hergün mutlaka bir iki çeşit olur sofrada. Yaz kış farketmez çünkü öyle güzel bir ülkede yaşıyoruz ki her zaman yapacak birşeyler bulabiliyorsunuz.Paranın sorun teşkil etmeği zevkler bunlar,vaktinizi almayan ,her daim yarına artan bereketli olan zevkler..

Benim için yoğun bir gündü,eve zor attım kendimi hatta atmam da yetmedi iki üç kere gidip gelmek zorunda kaldım.Bu üç güzel tabağın hazırlanma süresi bir saat bile sürmedi.Nereden biliyorum bulaşık makinesini çalıştırmıştım kısa programda 57 dk o işini bitirmeden ben yeni bulaşıklar üretmiştim oradan biliyorum :)
Taze Fasülye; şükür ki çıktı artık..Yazı başka ne kurtarır ki o olmasa,bugün soğuklarda ama ana yemek çoğukez.Fasülyeler(benimkiler yazları her hafta fethiye'den geliyor) verev kesilir,soğanlar minik minik doğranır yemek değil bu o yüzden oldukça minik bir soğan seçilir.Salça yok aman ha.. Saf zeytinyağı ile soğanlar azıcık kavrulur pembeleşmesi bile beklenmeden fasülyeler eklenir.Biraz kavrulur sonra rendelenmiş domastesler eklenir..Domastes suyunu saldığında ekleyeceğiniz suya karar veriyorsunuz az çok.En kısık ateşte pişmeye bırakılır.Ama işi bitmedi.. Piştiğinize kanaat getirdiğiniz zaman karabiber,sarımsak ve tuzu ekliyoruz.Sonra da hoop buzdolabı.. İki saat beklese tadından yenmez..Yoğurtlu Patlıcan Ezme;Patlıcanlar şimdilerde her yerde satılan ocaküstü közleme tepsisiyle közlenir.Kaç adet olacağı çok göreceli ben galiba 1 kilodan fazla közlüyorum.Közlenen patlıcanlar gazete kağıdına sarılarak bir poşete konulur.Bu işlem patlıcanların soyulmasını kolaylaştırıyor.Yoğurt ve sarımsak,limon suyu,zeytinyağı bir kapta krema halinde getiriliyor.Közlenen patlıcanlar ince ince kıyılıyor.İşin içine robotu karıştırmayalım ki lezzetini koruyalım.Ve krema haline gelen yoğurtla karıştılıyor.Ama bu aşamadan sonra patlıcanlara zarar vermemek gerekiyor.Yine hoop buzdolabına bence ertesigün daha lezzetli..



Yoğurtlu Semizotu; Semizotunu dibindeki çamur kütlesiyle satmasalar daha da mutlu olacağım ama henüz bir çözümü bulamadım.Çok üşendiğim için hemen kesip atıyorum o kısmı,elime kalan da çok az oluyor.Çok temizlemek gerek can sıkıcı bu temizlik süreci.Var mı tavsiyesi olan ? Ben saplarını sevmiyorum.Yaprakları elimle kopartıyorum .Sonra yine sarımsaklı yoğurtla karıştırıyoruz.Ve hazır ..ben yoğurt delisi olduğum için oranı biraz abartmış olabilirim .Siz biraz daha ölçülü davranabilirsiniz.Hatta yoğurt süzme olursa daha güzel olur. Şuna dikkat ettm ki ilaç için bile olsa semizotu salatası yiyin,midem de ülser var ve inanılmaz rahatlattığını farkettim..

Evet,evet sarımsak delisiyim.. Hayır,hayır koku yok yeter ki ağız diş bakımınızı ihmal etmeyin..

Mim Manyağı Prenses / Bölüm - 20

6 Mayıs 2011

Mim yazmayalı bir yılı geçti galiba bu süre içinde o kadar çok mimlendim ki .Yazamadım, gördüm ama görmezden gelmek durumunda kaldım.Kırdığım herkesten özür dilerim öncelikle.. Aklımda kalanları zaman zaman yazacağım ve elbette keyifli olanlarını.
Kıyıya Vuranlar adlı blogun tatlı sahibesi beni mimlemiş konumuz da bu;

Blog açma hikayeniz... Buralara yolunuz nasıl düştü ve neler hissediyorsunuz bir anlatın bakalım?

Otobüste yanımda oturan kadını da tanımak isterim Markette aynı salata sosunu fellik fellik arayan adamı da.Tanımak derken buluştuğumuz ortak noktanın tadını çıkartmak isterim.Belki bir saniye belki uzun yıllar o ortak anın bir anlamı olduğuna inanırım.Tatlı bir seviyede paylaşmak isterim.Hayatı böyle yaşayıp gitmek isterim.Bloglar benim internette yaptığım tüm aramalarda çıkardı.İlk elden kişilerin hayatları,acıları,bebekleri,düğünleri,fotoğrafları..Tam da benim aradığım şey binlerce milyonlarca hayat.Blog okuyanlara "başkalarının hayatlarını gözetmele meraklısı" diyen bir zeka yoksunundan sonra anladım ki.Bu durumu sadece blog yazanlar anlayabilir.Blog paylaşmaktır,üstelik bazen yüzünü görmekten,sesini duymadan sadece dünyanın en güzel fakat aslında en zahmetli işini yaparak "okuyarak"

Hala sevgiyle,kendisini aklıma geldiğimde dua ile andığım bir güzel insan şimdi anne oldu kendisi bana yazsana dedi? Neden sende yazmıyorsun,içini dökersin.. İyi ki de demiş,minnetarım ona..
Ve başladım 20 Ağustos 2008 ..Dile kolay blogda istikrar çok önemli.Bir duruşunuz olması,söylediklerinizin arkasında olmanız,özgün olmanız hepsi çok önemli..

Çok konuşan,çok düşünen,çok sorgulayan ve içinde tuttukça şişen bir bünyenin patlamasıdır bu blog.Blog yazmak emek ister,kopyala yapıştıranları adam yerine koymadığımı ekleyerek blog yazmak sosyalleşebilecek cesaret ister.Kendinizi ifade edebildiğinizi kanıtlama,ifade edebildiklerinize saygı duyanları görmenizi sağlar.

Mail kutunuza "öyle güzel yazmışsın ki aynı ben " diye bir mail aldığınızda gözleriniz ışıldar.Yeni tanıştığınız birisi netten birilerini okuyorum çok güzel yazıyorlar diye sizin de blogunuzu size tavsiye ettiğinde deliye dönersiniz mutluluktan ..

Yazmak güzeldir,benim için yeni değil çoook eski bir aşktır üstelik.. Dilerim bir gün herkes yazar,yazabilir..


yazdıkça özgürleşir,özgürleştikçe yazarız..

Elif - Paulo Coelho

2 Mayıs 2011
Aaa yeni bir yayınevi mi türemiş aynı adla diye şaşırmıştım.Can Yayınları böyle kapaklar basar mıydı?Güzel kitabın dokusunu sevdim,kapağın dizaynını sevdim.Kırmızı yahu,var mı sevmeyen? Heyy gidi heyy Simyacı,ne güzeldi değil mi? Arada yazarın birkaç kitabını daha okudum, benim için biraz heyecanlı biraz gizemli biraz da duyguluydu hepsi..

E l i f , sanırım hikayesinden Türkiye'ye ucundan bucağından dokunmasından sebep Simyacı'dan daha çok duyurdu adını.Hatta Paula amcam geldi İstanubul'a ve dedi Gece Yarısı Ekspresi'nden ne çok etkilenmişiz,ne büyük önyargılarımız varmış, bize Türkleri Türkiye'yi nasıl tanıttılar? Ahh be amcacım biraz kafanı çıkartsaydın cevheri çook daha önce farkederdin.Brezilya'ya benzemez,kazdıkça neler çıkar bu topraklardan..

Yazar kendi iç çelişkilerine adamış bu kitabı,bilgeliğinde duraksadığını,artık tükendiğini yaşadıklarından tat alamadığını ve yolun sonuna geldiğini farketmiş.Herşey hayatında mükemmel bir ritüelde ilerlerken neredeyim,birşeyler eksik ve ben aradıklarımı nasıl nerede arayacağımı bile bilmiyorum derken tam akıl hocası J ona yeni bir seyahat öneriyor.. Bu arada yaşadığı cinsel tacizler yüzünden konservautarın en başarılı keman virtüözü olan 20lerinde Hilal'le tanışıyor.Hilal'i görmezden gelemiyor kaçamıyor ve Hilal'e teslim oluyor..İki rus yayıncı,bir çinli tercüman ve Hilal'den oluşan bu Rusya seyahati Paulo Coelho'yu E l i f 'i yani özünde bir kadın değil de başka bir frekansta daha önce yaşadığı hayatla yüzleşmesini sağlıyor.


Off çok baydım değil mi ?Böyle sıkıcı detaylarla anlatılan bir kitabı alır okur muyum sizin yerinizde olsam ,sanırım okumam..Buraya kadar okuduklarınızın hepsini unutun.Şimdi güzel bir özet yapacağım :)

Paulo,59 yaşına gelmiş.Ölüm korkusu başlamış yusuf yusuf,böyle tipler ki gençliğinde hippi bir dönem söz yazarı ve malumunuz ünlü yazar bu tipler kendilerini ölmeyecek zanneder. Yoo yoo ben ölemem olamaz böyle birşey harikayım ben! Bir de fazla rahatlık batar adama,daha çok sosyalleşmek isterler.Amca da işte dert ortağım J öyle dedi bahanesiyle ki hanıma bir açıklama yapacaksın elbet.. Benim seyahate çıkmam gerek canumm demiş karısına ,vurmuş kendini yollara.. Hilal dediğimiz hatun da çıtır.Biz buna Türkiye'de azgın teke sendromu diyoruz.Kızcağızı reenkarnosyon nanesiyle yemiş işte..Ve ortak bir noktada buluşmuşlar bu şekilde.Kitap da bunu anlatmaktadır işte.! Sanırım şimdi oldu.. Okuduğum en kötü Coelho kitabı belirtmeden geçemeyeceğim.
Related Posts with Thumbnails